Bir pazar sabahı, uzak bir ülkede, Eylül güneşinin arkadaşıydım. Bir göl kenarında, bir dondurmacının, sokağın ortasına fırlattığı masalardan birinde, tren istasyonunun karşısındaydım. Franceska'yı bekliyordum.
Elimde bir kitap, sihirli kelimeler ve defalarca okuyup gülümsediğim bir pasajdaydım. Bir türlü geçemiyordum. Bir türlü doyamıyordum. Bir türlü hazmedemiyordum.
Aylar geçti. Neredeyse bir yıl. Sabah çok erken bir saatte, kalabalık olacağı besbelli bir törenin ilk misafirlerindendim. Ben 9'da başlayacağını sandığım için, O, erken gelmeyi sevdiği için, herkesden önce oradaydık. Yanına gittim. Omuzuna dokundum. Kendimi tanıtmayı unuttum. Söze o göl kenarından başladım. Ve yazdığı bir cümleyi tam bir yıldır aklımdan çıkaramadığımdan...
Sen kimsin demedi. Şaşırmadı. Kendini saklamadı. Su gibi aktı, anlattı. Okuduğum şeyleri, gözlerimin önünde yaşadı.
Bir yazar, bir kadın, bir aşık'tı.