Bir davetiye gelir önünüze. Tarihi
ve yeri belirtilmiş özel bir gece için çağırılıyorsunuzdur. Zarif bir el yazısı “Katılabilirseniz bize onur verirsiniz” diye bitirir altın yaldızlı bordo davetiyeyi.
Hep gitmek istediğiniz, görmek
istediğiniz bir yerdir burası. Üstelik bütün sevdikleriniz oradadır. Ev sahibi’ne (deyim yerindeyse) aşıksınızdır.
Çok sever, takdir eder, biraraya gelebilmek için fırsat kollarsınız. Üstelik bu
gece seçkinlere aittir - sadece birkaç kişi vardır etrafta.
Küçük puntolarla bir not yazar
davetiyenin altında : smokin ve beyaz gömlek zorunludur.
Böyle bir davetiye geldi önüme.
Şimdi smokinimi hazırlıyorum. Beyaz gömleğim zaten hazırdı – malum yılbaşı
gecesi, insan beyaz giyer.
Nerden çıktı şimdi bu demeyin. Şu küçük not üzerine yazıyorum ; “Smokin zorunludur”
Özel bir davet,
büyük saygı beslediğiniz çok değerli bir ev sahibi, göz kamaştırıcı bir mekan ve tam
da yılbaşında… Anı koleksiyonunuz için ne güzel bir parça değil mi ? Ama ne
kadar isterseniz isteyin, küçük puntoları gözden kaçırırsanız, kumaş pantolonla, bu partiye giriş izni yok. Giderseniz, içeri giremeden dönersiniz. Yapacağınız, çok çok kavga etmektir kapıdaki görevliyle. Dönersiniz, televizyon seyredersiniz evinizde...
Hayat bu davetiyeyle kendini hatırlattı
bana. Çok istediğimiz şeyler olmuyorsa, küçük puntoları okuyamadığımız için olabilir mi acaba ?
Ben gidip smokinimi giymeliyim. Çünkü bu partiye mutlaka gitmeliyim.