
Haftasonu, “Tanrılar Okulu” adlı kitabın yazarı ve European School of Economics adlı üniversitenin rektörü sevgili dostumuz Profesör Stefano D'anna'nın Lucca'daki evindeydik. Evi uzaktan gördüğümüzde aklımızdan geçen ilk şey “Böyle bir yerde ben de kitap yazarım” oldu. Bu tabi ki doğru değil. Hele böylesine bir kitabı yazmak için büyük bir evden daha fazlasına ihtiyaç var ama ne kadar yeşil, sessiz, insanın kendiyle başbaşa kaldığı bir mekan olduğunu anlatabilmem için iyi bir şaka.
Cumartesi sabahı 6'da başlayip pazartesi sabaha karşı biten bu bir gün bize çok şey hatırlattı. Aile hakkında, dostluk hakkında, doğanın ve teknolojiden uzak kalmanın hafifliği hakkında çok şey anlattı.
Yalandan, sahtecilikten ve önyargılardan uzak kalabilmeyi başardığımız her an, zamanın durduğu sonsuz bir an. Hiç tanımadığın insanların seni evine kabul edip sanki yıllardır yakın bir aile dostuymuşsun gibi davrandıkları için bir büyük masanın etrafında sanki her hafta gelir aynı koltuğa otururmuş gibi hissediyorsun.
Italyan aileleri bize benzer derler ama bu bile bir yalan. Hangi pasaportu taşırsan taşı, içindeki iyiyi taşıyabildiğin sürece dünyanın heryerinde herkes sana benziyor. Ama böyle bir haftasonu, en iyilerimiz için bile bir test. İçimizdeki iyiyi yanımızda taşımak öyle göründüğü kadar kolay bir şey değil. Becerebildiğin her an kendi kendine verdiğin paha biçilmez bir hediye. Olduğumuzdan daha iyi görünmeye çalışmaktan vazgeçer geçmez, ne kadar iyi olduğumuzu fark edebiliyoruz. İnanın bana bu böyle. Nerden mi biliyorum : Ordaydım ve olduğumdan daha iyi görünmeye çalıştım. Neyseki dostlarlaydım.