
Ah. Evet. Bildiniz. Tam da tahmin ettiğiniz gibi oldu. Kulağımdaki minik kulaklıkları atkımın arasına gizledim - uçak touch down ederken bile Bon Jovi'yleydim.
Çok severim bu şarkıyı. "In a world that gives you nothing, we need something to believe in..." diye gider. Gerçekten de öyle değil midir : Sana hiç bir şey vermeyen bir hayatı yaşarken, bir şeylere inanmak zorundasın...
Eskidir ama söyledikleri eskimez. Inanacak bir şeyin yoksa, bu hayat geçmek bilmez. Hayatı boşver, şu kısacık gün bile geçmez.
Sabahın 7'sinde kalkarsın, yağmurun altında beklersin, belki de şanslısındır, trafikte beklersin. işe gidersin, 8 saat geçirirsin, belki de şanslısındır, 1 saat bir şeyler üretirsin. yorulmuşsundur, canın sıkılmıştır, eve gitmeden bir yerlere gidersin. daha da çok yorulursun, evine gelirsin. belki de şanslısındır, yatar uyursun. Sabah olur, bil bakalım ne olur ?
Günlük hayatın içindeyken başından geçenleri göremiyorsun. O kadar içindesin ki, hayatı nasıl tükettiğini fark edemiyorsun. Ne zaman başka bir şehre adım atıyorsun, gözlemliyorsun, yansıtıyorsun, farkına varıyorsun.
...ama kısıtlı bir süre için başka bir dünyaya konuk oluyorsun ya, işte o zaman bir hedefin var. yapman gereken bir iş var. tamamlaman gereken bir misyon var.
Odaklanıyorsun. Her detaya önem veriyorsun. Anlamak için daha çok sebebin var. Çünkü inandığın bir şey var.
Olağanüstü bir seyahatten dönerken, pod'umdaki son şarkının sözlerine de aynı özeni gösterdim. Yakın anılarıma döndüm, gördüklerimi yeniden gördüm. Bir kare kaldı aklımda. Ordaydım ama orda değildim. Nikon bile fark etmişti.
İnsan bir an bile inançsız kalmamalı. Inanacak bir şeyi yoksa ne çabuk sıradanlaşır, farkına varmalı. Bazen sessiz bir dua anında, bazen eski bir Bon Jovi şarkısında. Ama her zaman inanacak bir şey bulmalı.