
Dokuz'u çeyrek geçiyordu.
23 dereceydi. Gökyüzü masmaviydi. Bir
araba kiraladım. Metalik maviydi. Otobanda tek tük araba, yolun iki
yanında yemyeşil bakir bir arazi, şehrin ortasında ağır hareketlerle
yürüyen, bol pantolonlu yaşlı adamlar, uzun sörf şortlu genç kızlar, birbiriyle şakalaşan tasasız insanlar vardı.
Oniki'ye on vardı.
Eski
bir Meksika filmini andıran, geniş verandalı bir bahçenin ortasındaydım. Biraz geride, kocaman eski ahşap bir masanın etrafında bir şeyler
atıştıran, ispanyolca konuşan kadınlar vardı. 3 küçük kız çocuğu, güneşin
altında bir basamakta oturmuş gülüşüyorlardı. Aramızda kuru bir çeşme
vardı. İçinde, önceden toplanmış bir sürü portakal... Bazılarının
yeşil yaprakları hala üzerindeydi. Çeşmenin hemen önünde bir kedi sere
serpe taşın üzerine yayılmıştı. Resmini çekmek istedim. Fark etti. Doğruldu. Poz verdi.
Tam üç buçuktu.
Öğleden sonra güneşi iyice yerleşmişti. Onlarca insan toplanmış O'nu bekliyordu. Geldi. Yerini aldı. Her tarafta kameralar, fotoğrafçılar, tercümanlar vardı. Uğultular kesildi. Tek tük cihaz akustikleri dışında sessizlik yerleşti. Hiç bir şey söylemeden öylece durdu. Bizde, ne söyleyeceğinin merakı, O'nda, gelecek ilham'ın sakin bekleyişi vardı. Bir kaç saniye, saatler sürdü. Büyüleyiciydi.
Altıyı çeyrek geçiyordu.
Alana geldik. Arka koltukta oturuyordum. İndim. Defterime uzandım. Aldım. Kapıyı kapattım. Parmağımdaki mavi taşlı yüzük fırladı. Arabamın yanına düştü. Arkamdaki araba hareket etti. Lastikleri yüzüğümün üzerinden geçti. Kırılmadı ama taşından ayrıldı. Istanbul sabahlarının serinliğini parmaklarımda hissettim.
Dördü yirmibeş geçiyordu.
Kendimi, salonun arka bahçesindeki özel misafir katının girişinde buldum. Sessizce ayrılıp gitmek istemedim. Gülümsemek, daha önce hiç bir kitapta yazmayanlar için, değiştiren, düşündüren, yol gösteren cümleler için gözlerinin içine bakmak, teşekkür etmek stedim. Yanına çıktım. Dediklerimi yaptım. Yanındayken fark ettim. Daha fazlasını yapmalıydım. Bir şey daha istedim. Kiralık mavi'ye bindim, dönüş için yola çıktım.
Bir'i çeyrek geçiyordu.
Kahvaltı sofrası toplanmış. Bakanın oğlu ayrılmış. Konuşma için hazırlık başlamıştı. Küçük bir ahşap kutu çıkardı. İçinde beş, altı tane yüzük vardı. Birini seçmemi istedi. Seçtim. Parmağıma taktı.
Onbir oldu.
Yattım. Cep telefonumun alarmını beş'e kurdum.