
Beni geniş, ağaç bir masanın baş köşesine oturttular. Önüme harika
bir kahvaltı serptiler. Ben çayımı yudumlarken etrafımda koşuşturdular.
Şaşırmak üzereydim - fark ettim; önemli bir koşuşturma bu. Benim etrafımda koşuşturmuyorlar...
Bir köy düğünü var ve ben
davetsiz bir misafirim. Oysa buraya davetli olmayan giremez. Madem ki
girebildim, demek ki davetliyim. Zaten herkes güleryüzle bakıyor...
Çayımı
hızla yudumlamak istiyorum. Yaşlı bir el dokunuyor ellerime. "Sen acele
etme" diyor. Yanıma damat adayı oturuyor. Ben gene hızlanmaya
niyetliyim. Aynı el, gene dokunuyor. "Sen... acele etme" diyor.
Keyfimi
sürüyorum. Çayımı bitiriyorum. Arkamda biri var, hissediyorum. Dönüp
bakıyorum; Gelin gülümsüyor. Yaşlı el'in sahibi işaret ediyor. Şimdi yan
tarafa geçmeliyim. Çünkü nikah vakti...
Köy düğünleri bildiğimiz
gibi değil. Bolca sohbet, kahkaha var. Her kelimenin arasında mecazlar
var. İlişki yönetimi hakkında sırlar var.
Yaşlı el'in sahibi,
gelinin ve damadın ellerini üstüste getiriyor ve kendi eliyle örtüyor.
Tam klişe sözlere gelecek sıra. Birden duruyor, damada soruyor; "İyi bak
geline, aynı kız mıdır ? yoksa başka biri midir ? Evlenmeye niyet
ettiğin bu hanımefendi midir ? Senin sevdiğinin yerine başka birini
koymamışlar değil mi ? iyi bak... iyice bak".
Kahkalar kopuyor,
herkes bunun bir espri olduğunun farkında. Damat kendinden emin, kocaman
bir gülümsemeyle haykırıyor. "Budur. Sevdiğim kız'dır. Yanlışlık
yoktur."
Düşünüyorum. Bir karar vermeden önce, nikah an'ından saniyeler
önce, niyet edip yolculuğa çıkmadan hemen önce, işte böylesine uzun uzun
sormalı. "İyice bakmalı insan yapmak istediği her işe."
Vaz
geçmek bir seçenek değil çünkü. Ne evlilikte, ne ilişkide ne de basit
bir ticari faaliyette. Adamakıllı architect edilmeli - her detay düşünülmeli.
O gökdelen dikilecekse eğer, zemin katta misafirlerinizi
karşılayan, kolları altın sırmalı, kırmızı paltolu kapı görevlisinin
üzerindeki gömleğin kol düğmeleri, arsa henüz alınmadan, nikah henüz
kıyılmadan "iyice düşünülmeli".