
Cuma günü, ajans hayatımızda 2 önemli hareket vardı. İkiye bölüneceğimizi düşünenler de vardı ama öyle olmadı işte. Çoğalmayı başardık. Çünkü biz, çok az insana nasip olan büyük bir lütuf ile ödüllendirilmiş insanlarız. Biz... yaptığımız işi "çok" seven, aynı anda daha fazla yerde olabilenleriz.
Adobe ile başladı günümüz. Tanıdıklarımız zaten öyle ama yeni tanıştıklarımızla da sanki yüzyıllardır beraberiz. Jason, Terry ve Paul... (Onlara evangelist de diyebilirsiniz) 3 yabancı toprak adamı, bu kadar mı hergün evinizdeymiş gibi olur, bu kadar mı egolardan arınmış, bitmek tükenmek bilmez, cool, calm and collected olur. Yaratıcı güç'le bu kadar mı kolay blend edilir ?
Kanyon'daydık. 300 kişi gelsin, gülümseriz demiştik. Ya 500 oldu ya 1000. O kadar kalabalıktı ki içerisi, saymaktan vaz geçtik. Çok sevindik ve herşeyin bir öğle yemeğinde konuşulduğunu düşününce, bize çarçabuk güvenen Zeynep'e dünyanın en zor bulunan ama çok güzel bir duygusunu vermek istedik. (ve umarım bize güvenen hiç kimseyi mahcup etmedik.)
...
Saat 3 oldu. HP'deydik. Bir toplantının bitimine 45 dakika kala, içeri biz girdik. 40 kişiydiler. Belki biraz fazla. Bazılarını ilk kez tanıdık. Ama aynı şey gene oldu. Sanki bir ömür boyu berabermişçesine bizimleydiler ve biz de onlarla. Bana bir söz verdiler ve sözlerini de tuttular. Arttılar. Eksilmediler ve eminim ki hatırladılar. Çünkü liderlik böyle bir şeydir. Sorumluluk gerektirir. Söz vermek yetmez. Sözünü tutmayı gerektirir.
Bitince... ve ben izin isteyince, kapıda beni bekleyen Filiz'e, Serkan'a, Oya'ya, Berrin'e, Tolga'ya bir şey söylemek istedim. Utandım, söyleyemedim. Neyseki bir blog'um var benim. Kendime gelince, işte buradan yazıveririm. Siz, kendimi değerli hissetmemi sağlıyorsunuz. Teşekkür ederim :)