
Bazen... yeryüzündeki hiç bir kuvvet, bizi uzanmakta olduğumuz o rahat koltuktan kaldıramaz. Bazen, sabah 5'te sıkı bir duş yapar, hınzır bir gülümsemeyi yanımıza alır yola koyuluruz.
Bazen... yer yerinden oynasa, dışarıda kavga dövüş olsa, yollar kapalı, bütün planlar alt üst olsa, şu dünyada hiç bir şey neşemizi bozamaz. Bazen, en samimi arkadaşımız, bir cümleyi yanlış kursa, yüzümüzden düşen bin parça olur.
Bazen... bu dünyada ters giden her şeyi büyük bir bilgelikle teşhis eder, hayatın yeniden düzene girebilmesi için yapılacaklar listesini yayınlarız erişebildiğimiz herkese. Bazen de, karşımıza çıkan herşeyin bir sebebi olduğunu bilir ve huzurlu bir gözlemci oluruz.
İnsanız yani. İnsana dair ne varsa yaparız.
Oysa olaylar iyi ya da kötü değildir. Sabahın 5'i, erken ya da geç değildir. Bizim iç dünyamızın keyfi yerindeyse, kapımızın önünde top patlasa dert değildir.
Cennet'in de cehennemin de "bu dünyada" yaşandığına inanırsanız eğer, bir sonraki an, onu nasıl karşıladığınıza göre şekillenir.
Kendinizi istemediğiniz bir tartışmanın ortasında bulduğunuzda düşünün bunu. Çünkü ilk cümleniz, ilk öfkeniz, ilk laf atışınız, gülümsemeniz, nezaketiniz, sukünetiniz, söz konusu an'ın kapısından giriş anahtarınızdır. Ya, altından serin sular akan, gölgelikler içinde cennet gibi bir odaya girdiniz. Ya da, yerin bin kat altında, hiç ışık görmeyen, bunaltıcı sıcağın yakıp kavurduğu köhne bir odaya...
İşte size Cennet ve Cehennem... ikisi de elinizin altında. Üstelik her an kullanabileceğiniz "değiştirme kartı"yla...