
2009'da Vancoover'da, bir Barış Konferansı yapılmış. Bir kaç dünya liderinin yanısıra, Dalai Lama da orada. Bir soru soruluyor bilge adama. Kırmızı elbisesi, beyzbol şapkası ile bağdaş kurup otururken, derin bir nefes alıyor. Doğruluyor. Uzun bir süre tefekkür edip, şöyle diyor : "Bilmiyorum"
İlk şoku atabilirseniz üzerinizden, bu "harika bir cevap". Herkesin herşeyi bildiği bir dünyada, önüne mikrofon uzatılan adam, "bilmediği bir şeyi itiraf edebilme cesareti" gösteriyor. Hayatı boyu "biliyormuş gibi yapmanın" yalancılık olduğunu savunan bir felsefe, canlı yayında kendini ispatlıyor.
Düşünüyorum... Acaba kaç kez karşıma çıkmıştır bu fırsat ? Kaç kez "bilmiyorum" deme fırsatını heba edip "yalan" söylemişimdir karşımdakine ve kendime.
Ne çok şey var aslında... Bilmediğimiz ama bildiğimizi sandığımız. Ya da tünelin diğer ucundan bakalım - ne kadar az şey var, kesinlikle emin olduğumuz ve başkalarına söyleyebilme hakkına sahip olduğumuz. Biraz dikkatli dinlesek bize sorulan soruları... Çok büyük ihtimalle, çok az konuşuruz.
Eğitim bu değil midir aslında ? Bilmediklerini itiraf et ki, öğrenebilesin. Kendini başka nasıl eğitebilirsin ki?
Herşey hakkında bir fikrimiz var. Evet. Bu doğru. Ama bu fikirleri edindiğimiz havuz, çoğu zaman kulaktan dolma, ezberden bozma, her zaman da güvenilir olmayan kaynaklardan akma "dedikodu"lar değil mi ?
Bir an için gözlerimizi kapatsak, doğru bildiklerimiz arasına saklanmış, bir kaç meşhur yalanla yüzleşmez miyiz en azından ? Biliyorum. Yıllardır inandığımız yüklerden arınmak kolay değil. Onların içinde hayranlıklar, saplantılar, bizi biz yaptığına inandığımız kod'lar var. Ama ya iyileşmek için arınmak gerekiyorsa... Bizi biz yapan şeyler, ya bizi bizden uzak tutan sis bulutlarıysa...
İstemez misiniz "gerçek siz"le tanışmayı ? İstemez misiniz "zan" ettiklerimize bir kez daha göz atmayı ?
Milyonlarca insan tarafından "dünyanın en bilge insanlarından" biri olduğu söylenen bir adam, "bilmiyorum" diyebiliyorsa, utanmadan, çekinmeden, kendini küçümsemeden... bazı şeyleri "henüz bilmiyor" olma hakkınızı kullanmayı istemez misiniz ?
Sokağa çıksak, insanlarla konuşsak... "Bu dünyada en çok ne istersin?" diye sorsak, çok büyük ihtimalle şu kelimeyi duyarız : "Huzur".
Biz, etrafımızdaki herkesi ve herşeyi, kendi bildiklerimizi Tanrı edindiğimiz sanal mahkememizde yargılarken... ve hemen her an, bizimle aynı fikirde olanları kutsar, farklı düşünen herkesi lanetlerken... dış dünyamıza projekte ettiğimiz bunca kin, nefret, merhametsizlik, adaletsizlik varken, iç dünyamızda nasıl buluruz "huzur" ?
Bilmiyorum.