
Çift kişilikliyiz derler. İlki; sakin, huzurlu, güvende ve her istediği elinin altında. İkincisi; korkak, endişeli, yalnız (ve dolayısıyla bencil, egoist, bölünmüş)
Hangisiyiz ? Çoğunlukla (büyük çoğunlukla) ikincisi. Her an arkamızı kollamıyor muyuz ? Zaten sahip olduğumuz şeyi arayıp durmuyor muyuz ? Yarın endişesi ile güzelim bugün cennetini kirletip durmuyor muyuz ?
Oysa ilk kişiliğimiz - gerçek kişiliğimiz. Zihin dediğimiz önyargılarla örülü duvarların arkasında, herşeyin yoluna gireceğinden hiç şüphe duymayan huzurlu kişiliğimiz.
Aslında öğrendiklerimiz ve doğru olduğuna inandırıldıklarımızla ne kadar da yalnızız... Ne kadar kocaman, sisli dağların arkasındayız... Okyanus ne kadar derin... ne kadar karanlık... Ne kadar da çaresiziz ?
Huzurlu kişiliğimiz, sürekli tamamlanmak üzere nefes alıyor. Bütünün parçalarını birleştirmek üzere... Kendi gibi olmayanı arayıp buluyor, kendini tamamlıyor.
Mesela... aşık olacağı insanı özenle seçiyor. Kendinde olan dna'ların aynılarını değil de, farklı olanlarını buluyor. Kendi kokusunun aynısını değil de, hiç tadmadıklarını arzuluyor. Tamamlanmak istiyor. Bu dünyaya bunun için geldiğini biliyor.
Huzursuz kişiliğimiz ise başka bir yolun yolcusu. Bildiğinin dışına çıkmak istemiyor. Çok eksik. Ama o bunu kabul etmiyor. Bilakis herşeyi bildiğinden öylesine emin ki, nasihat bile dinlemiyor. Hangi gazeteyi okuyorsa o gazeteyi okuyanlarla olmak istiyor. Farklılıklarla değil benzerliklerle barışık. Farklılıklardan nefret ediyor.
Tamamlanmak istemiyor. Bu dünyaya tamamlanmak için geldiğini bilmiyor.
Zamanın olmadığı bir yere giderken, ne büyük bir zaman kaybı. Ne yazık.